• KUR’ÂN-I KERÎM’İN TÜRKÇE ANLAMI

  • Ziya ŞEN / Jurnalist Yayınevi / 9786056217081
  • Liste Fiyatı:

    ₺50,00

  • (27)% İndirim:

    ₺13,50

  • (0)% Kdv:

    ₺0,00

  • Genel Toplam:

    ₺36,50

  • .
  • Not: Kargo fiyatı ödeme aşamasında belli olmaktadır ve toplam tıutar arttıkça kargo fiyatı sıfıra kadar inmektedir....

  • Satın Al Listeme Ekle


SUNUŞ Kalplere şifa ve hidayet rehberi olan Kur’an’ın iniş sebebi insandır. Zira bu Kur’an insanlığı dosdoğru bir yola yöneltmek, onun ahlaki ve manevi bir çerçevede yaşamasını sağlamak için gönderilmiştir. Kur’an’ın varlık sebebi, insana hayatta karşılaştığı düşünsel, varoluşsal ve değersel sorunlar, açmazlar ve sıkıntılar karşısında rehberlik edip yol göstermektir. İslam kültür tarihinde bütün kitaplar tek bir kitabı anlamak için yazılmışken Müslümanların en az okuduğu kitap, okunmasıyla eskimeyen bir kitap olan Kur’an’dır. Ancak Kur’an’ı okumaktan maksat onu anlamak, yaşamak ve hayata taşımak olmalıdır. Zira Kur’an hayat kitabıdır. Diğer taraftan Kur’an’ı okumak onu tefekkür etmek demektir. Çünkü ilimsiz ibadette, tefekkürsüz Kur’an tilavetinde hayır yoktur. Müslümanlar İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’e gidip İslam’ın ve dinin ne olduğunu oradan hareketle ortaya koymalıdırlar. Elimizde onca meal varken bize niçin böyle bir çalışma yaptığımız sorulacak olursa, biz bu soruya bu çalışmayı yapmadaki amaçlarımızdan bazılarını belirterek cevap vermek istiyoruz; Birinci gayemiz üzerinde yıllardır çalışmış olduğumuz Kur’an’a hizmet etmektir. Zira Allah kelamı olan Kur’an’a hizmet bir anlamda Allah’a ve O’nun dinine hizmettir. Diğer bir amacımız Rabbimizin rahmetinin tecellileriyle buluşup hayatı vahiyle buluşturmaktır. Çünkü dinamik bir dünya görüşüne sahip olan Kur’an-ı Kerim, fikirden ziyade eyleme önem veren bir kitap olup hayatın vahyin öğretileri doğrultusunda inşa edilmesini insanlara emir buyurmaktadır. Diğer bir gayemiz de Kur’an adına doğru bir duruş ortaya koyarak bu çalışmadan istifade etmeyi sağlamak suretiyle ruhun gıdası olan vahiy pınarından kana kana içilmesini temin etmeyi sağlamaktır. Son olarak bu çalışmayı ortaya koyduğumuz süre zarfında Rabbimizin beyanlarını anlamaya gayret ettik. Çünkü onu anlamadan uygulamak mümkün değildir. Zira Kur’an, her okuyana anlama düzeyine göre kendisini açan muciz bir kelamdır. Sahabe Kur’an’ı en iyi anlayan nesildir. Ama gelin görün ki onlar dahi “Biz Kur’an’ı sadece okumak suretiyle onunla amel edileceğini zannetmiştik” demişlerdir. Maalesef üzülerek ifade etmek gerekir ki sonraki dönemlerde de insanlar sadece Kur’an’ın kıraatini amel zannetmeye devam etmişlerdir. Bizim bu çalışmadaki yöntemimiz ise özetle şu şekilde olmuştur; Kur’an-ı Kerim’in mesajını tam anlamıyla kavrayabilmek için ayetlerin indiği dönemin arka planı mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Kur’an’ın hangi koşullarda geldiğini bilmek için ise, 15 asır öncesinin Arap coğrafyasının sosyo-ekonomik toplumsal koşulları iyi bilinmelidir. Endülüs’lü alimi Şâtibî (ö. 790 h.), Kur’ân’ı anlamada muhatap toplumun arka-plân bilgisinin gözetilmesi gerektiğine şu veciz ifadeleriyle vurgu yapmıştır: “Dinin anlaşılmasında; dilleriyle Kur’ân’ın nazil olduğu ümmî Arap toplumunun ma’hûdunun (örfünün/arka-plânının) gözetilmesi vazgeçilmez bir gerekliliktir.” (Şâtıbî, el-Muvâfakât, II, 131) Nüzul ortamının dikkate alınması ayetin anlaşılmasında önemli bir etken olduğu için biz de ayetleri tercüme ederken elimizden geldiği kadar bu hususu göz önünde bulundurmaya gayret ettik. Ayetlerin birbiri ile irtibatını ve bağlamı dikkate almaya gayret ettik. Zira Kur’an’ı anlamada en önemli unsur bağlamdır. Bağlam sözün ayağının bastığı yerdir. Sözün ayağının bastığı yer bilinmezse o sözün niçin söylendiği de bilinmez. Sözün niçin söylendiği bilinmezse o söz anlaşılmaz. Bu bağlamda bir ayeti anlamak için ayetin indiği bağlam ile yorumcunun bağlamının da bilinmesi gerekmektedir. Kur’ân’ın ne dediği kadar ne demek istediği üzerinde de durulması gerekir. İşte bizim çevirimizde dikkat ettiğimiz hususlardan biri de budur. Burada son olarak genel anlamda meallerle ilgili şu hususları da hatırlatmak istiyoruz: Yapılan mealin kurucu metnin kendisi olmadığı unutulmamalıdır; okunan meal Allah’ın muradı olarak görülmemelidir; her mealin bir yorum olduğu ve mütercimin kendi çağının algısını metne giydirdiği unutulmamalıdır; Kur’an’a dair her anlamanın insani olduğu dolayısıyla dil yanlışları dışında her mealin bir çeşit te’vil, yani yorum ve anlama olduğu gözden ırak tutulmamalıdır; mütercimler Kur’an’ı tercüme ederken anlamlı ifadelerden haklı olarak sadece birini alıp diğerlerini almamışlardır. Sadece bu kişinin tercümesini okuyup da diğer tercümeleri görmeyenler Kur’an’ı ondan ibaret sanmamalıdır; hiçbir tercüme Kur’an’ı tam yansıtamaz, her tercüme Kur’an’ın yorumlarından sadece bir yorumdur. Bu açıdan bir dilden başka bir dile gerçekleştirilen çeviri işlemi, yorumdan bağımsız bir süreç olarak tanımlanmamalıdır; Her çevirinin bir yoruma, her yorumun da bir yönteme dayanmak zorunda olduğu unutulmamalıdır; Kur’an’ın nazil olduğu toplumun, okuma-yazmanın gerekli kıldığı alışkanlıklara ve kavramlara sahip olmayanların yaşadıkları bir dünya anlamında yazısız bir toplum olduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır; Kur’an, sözlü kültüre sahip bir topluma hitaben nazil olmuştur. Bu nedenle, Kur’an’ın kelime hazinesi sözlü kültürün normları çerçevesinde şekillenmiştir. Bu sebepten tercümeler sırasında Kur’an’ın sözlü bir metin olduğu dikkate alınmalıdır. Kur’an sözlü bir metin olduğu için, onun kompozisyonunun yazılı metnin kompozisyonundan farklı olacağı göz önünde bulundurulmalıdır; Çevirilerde, mananın üsluba bağlı bir keyfiyet olduğu; Kur’an’ın iç mantığının tercüme edilemeyeceği; Kur’an’ın on emir gibi mekanik olarak aktarılacak bir kitap olmadığı da hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Yazım usulümüze dair bazı hususları ise şu şekilde ifade edebiliriz; Yazım konusunda genel olarak TDK’nın imla kılavuzu ve TDV İslam Ansiklopedisi esas alınmıştır. Ancak belli nedenlerden dolayı bazı özel uygulamalar da olmuştur. Mesela Arapça kelimelerin yazımı farklılık arzettiği için bazı durumlarda sadece TDV İslam Ansiklopedisi’nin yazım kuralları baz alınmıştır. Kur’an dilinde çok sık görüldüğü gibi, ayetlerin dolaylı anlamı ancak parantez içi eklemeler ile yansıtılabilmektedir. Kur’an’da açıklayıcı parantezler kullanılmadıkça başka herhangi bir dile doğru şekilde çevrilemeyen ifadeler çoktur. Mesela En’am suresinin 143. Ayeti konusunda Muhammed Esed şöyle der: “Bu, Kur’an’da çok sık kullanılan dolaylı anlatımın en göz alıcı örneklerinden biri ve açıklayıcı parantezler kullanılmadıkça başka herhangi bir dile doğru şekilde çevrilemeyen bir ifade tarzıdır.” Biz de Arapça’nın orijinal metninden uzaklaşmamak için bazı yerlerde çok fazla parantez kullanma durumunda kaldık. Bu bağlamda çalışmamızda parantez içinde yer alan ilavelerin metnin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için tarafımızdan yapılmış açıklamalar olduğunu belirtmek isteriz. Diğer taraftan mealimizin daha iyi anlaşılması için parantez içine bazen kelimenin eş anlamını bazen de açıklayıcı bilgi notunu vermeye gayret ettik. Meallerin anlaşılmasında belki de en önemli problemlerden biri zamirlerin ve ism-i mevsullerın kiminle ilgili olduğu Arapça ifadesiyle zamirlerin mercii problemidir. İşte biz bu çalışmamızda elimizden geldiği kadar zamir kullanmamaya bunlar kime gidiyorsa onları zikretmeye özen gösterdik. Tabii yanıldığımız yerler mutlaka olmuştur. Buralarda “Allahü a’lemu bi’s-savab” yani “doğruyu en iyi Allah bilir” demek durumunda kaldık. Yeni neslin inşasında çocuklara Kur’an’dan bahsetmekten ziyade onları bizzat Kur’an’ın anlamları ile baş başa bırakmanın daha etkili olduğuna inandığımız için çalışmamızın özellikle “z kuşağı” gençler tarafından daha kolay anlaşılmasını sağlama amacıyla elimizden geldiği kadar Arapça kelimelerin kullanımını tercih etmeyip sade ve yalın bir Türkçe kullanmaya gayret ettik. Çalışmamızda az da olsa olayların geçtiği bazı özel yerlerin isimleri zikretmeye çalıştık. Kur’an’da bir sözcüğün her kullanımında aynı anlamı taşımadığı bilinmelidir. Mesela biz de bu çalışmamızda “Kitap Ehli”nden kast edilenin Yahudiler mi, Hıristiyanlar mı yoksa hem Yahudi hem de Hıristiyanlar mı olduğunu belirtmeye çalıştık. Aynı durumu “kendilerine kitap verilenler”in kimler olduğu konusunda da yaptık. Bu acizâne çabamız, birkaç kişinin bile Kur’an’ı anlamasına yardımcı olursa bu bizim için büyük bir mutluluk vesilesi olacaktır. Allah’tan, bu çalışmamızın Kur’an’ı anlama yolunda çaba sarf edenlere yardımcı olmasını diliyoruz. Kufe’de ortaya çıkan Ebu Hanife (ö. 150/767) akaide dair risâlelerinden biri olan el-Alim ve’l-Müteallim’de şöyle der: “Bir insan Kur’an’ın herhangi bir ayetinin nüzulünü ve sübutunu kabul ediyorsa yorumunda yaptığı hatadan dolayı tekfir edilemez.” İşte biz de İmam-ı Azam’ın bu sözüne sığınarak yapmış olduğumuz yorum hatalarından dolayı öncelikle Yüce Allah’tan affımızı diliyoruz. Her halükârda bu çalışma, nihaî mahiyette değildir. Bu bakımdan siz kıymetli okuyucularımızdan ricamız, bir eksiklik gördüğünüzde veya zihninizdeki bir sorunun cevabını bulamadığınızda ya da anlaşılmayan ifadeler olduğu takdirde, bu çalışmayı daha mükemmel bir hale getirebilmemiz için mail adresimize (ziya30@mail.com) yazarak bizi bu hususlarda haberdar etmenizdir. Ayrıca herhangi bir konudaki teklif, öneri, eleştiri ve değerlendirmelerinizi de rahatlıkla gönderebilirsiniz. Allah Resûlü (a.s.) “Allah’ım! Kur’an’ı kalbimizin baharı eyle” diye dua etmiştir. Bizler de Yüce Mevla’dan Kur’an’ın ışığından yararlanmamızı ve Kur’an’ın aklımızı aydınlatıp yeniden inşa etmesini bizlere mümkün kılmasını ve bu çalışmamızın Allah’ın huzurunda şahidimiz olmasını niyaz ediyoruz. Çaba ve gayret bizden, başarıya ulaştırmak ise Yüce Allah’tandır.